Senaryoda
Ses Ögesi: Diyalog, Doğal Sesler, Efekt ve Müzik
Sesin
Önemi ve Sorunları;
Sesli sinema dönemine geçişle birlikte konuşan insanları göstermek yetmez oldu. Bunların ne konuştukları artık duyulacağından, gerçekten de neyin duyulacağı önem kazanmaya başladı. Böylece zamanla senaryo yazarlığının yanı sıra diyalog yazarlığı diye bir uzmanlık alanı bile gelişti.
Sesli sinema dönemine geçişle birlikte konuşan insanları göstermek yetmez oldu. Bunların ne konuştukları artık duyulacağından, gerçekten de neyin duyulacağı önem kazanmaya başladı. Böylece zamanla senaryo yazarlığının yanı sıra diyalog yazarlığı diye bir uzmanlık alanı bile gelişti.
Evet, senaryo yazarlığında Diyalog çok önemlidir ama film öncelikle görsel bir ortamdır. Bu asla unutulmamalıdır. Senaryo yazarının temel malzemesi ve ögeleri sözcükler değil, görüntülerdir.
GÖRSEL DÜŞÜNÜN!
Hitchcock, ancak başka çaresi kalmadığında söze başvurduğunu söylemiştir.
Görsellik, çoğu kez anlatımın davranışlar aracılığıyla yapılması demektir. En basitinden dilden önce vücut dilini konuşturmaktır; jestler, tepkiler, bakışlar, omuz silkme, dokunma, tavırlar vb.
Görsellik, çoğu kez anlatımın davranışlar aracılığıyla yapılması demektir. En basitinden dilden önce vücut dilini konuşturmaktır; jestler, tepkiler, bakışlar, omuz silkme, dokunma, tavırlar vb.
Diyalog ve İşlevleri;
Diyalogların senaryoda yerine getirdikleri bir takım işlevlerden söz
edebiliriz;
-Bilgi verme
-Öyküyü Geliştirme / İlerletme
-Art öyküyü (back story) oluşturma
-Karakterleri yansıtma; yani onların duygusal / ruhsal durumlarını ve isteklerini
ortaya koyma. Çünkü diyaloglar aynı zamanda sözcüklerin altında yatan bir
niyeti de dışa vururlar.
-Atmosfer oluşturma.
Örneğin yüksek sesli bir tartışma diyaloğu ya da
soğukkanlılıkla bir cinayet planının konuşulduğu bir sahne, belli bir
atmosfer oluşturur.
-Sahne geçişlerinin kolaylaşması. Diyalog, süreklilik taşıyan bir şey
olduğundan, bir sahneden diğerine geçiş daha yumuşak olabilir.
Örneğin zengin ailenin çocukları yarı çatlak annelerini hatırlarlar “Annem gene kayboldu”
sözcüğünden İtalya’da çöplükte dolaşan anneyi rahatlıkla görebiliriz... Bu nedenle diyaloglar filme ritm ve akış da
sağlar.
Diyalogların Üslubu ve Bulundurmaları Gereken Nitelikler;
Diyaloglar gündelik hayatı yansıtmalı; edebi değil, sohbet tarzında olmalı. Diyalog okunmak için değil, söylenmek ve işitilmek için yazılır çünkü. Bu nedenle diyaloglar günlük yaşantının tüm anlatımsal özelliklerini, tereddütleri, duraklamaları, es vermeleri, hatta dil sürçmelerini içerebilir.
Kapıdan
sinirle çıkan adam... “Allah belanızı...”der mesela...
-Mırıldanarak, lafı geveleyerek konuşma
-Yanıtsız bırakma
-Sözcükler arasında uzun esler
-Doğru sözcüğü bulmak için çabalama ve söylenenleri sürekli olarak geri dönüp düzeltme
-En önemli sözcük ya da cümle geldiğinde bir şey söylemeyip jest ya da el kol hareketlerine baş vurma vs.
-Yanıtsız bırakma
-Sözcükler arasında uzun esler
-Doğru sözcüğü bulmak için çabalama ve söylenenleri sürekli olarak geri dönüp düzeltme
-En önemli sözcük ya da cümle geldiğinde bir şey söylemeyip jest ya da el kol hareketlerine baş vurma vs.
Öte yandan diyalog sade ve ekonomik de olmalıdır. Yani konuşma diline ait sözcüklerden kurulan basit cümlelerden oluşmalıdır.
Diyaloglarınız kısa ve kesin olsun. Konuşulanlar kolayca anlaşılmalıdır. Çünkü izleyici, romanda olduğu gibi geriye dönüp, söylenenleri yeniden okuma şansına sahip değildir. Bu nedenle kimi niyetlerin ayrı ayrı diyaloglarda yinelendiği bile olur.
Sırası gelmişken hem diyalog, hem de başka öyküleme araçları çerçevesinde bakarak şunu belirtelim; İzleyicinin kesinlikle unutmaması gerektiği bir şeyi ilerde hatırlaması için, tekrarlar yapmak bir çözüm olabilir ama örneğin diyaloglarınızı yazarken ya da başka türlü serimlerde bulunurken yine de bir kerede anlaşılır olmalarını sağlayın. Tekrara, ancak çok gerekli olduğunda başvurun. Çünkü tekrarın bir dezavantajı, şaşırtmaca için gerekli olan bir ayrıntıyı zihinlere yerleştirmeye çalışırken, olacakları istemeden önceden duyurmaktır. Şaşırtmacayı hazırlayayım derken onu ele vermiş olursunuz.
Diyaloğun Anlamı ve Sahnenin Bağlamıyla İlişkisi;
Diyalogda önemli olan, kullandığımız sözcüklerin ya da yazdığımız cümlelerin sözlük anlamı değil, sahne koşullarının onlara yüklediği anlamdır. Örneğin iki kişinin balıkların karakterleri ve onların oltaya gelme koşulları hakkında konuştuklarını düşünün. Bu iki kişi rakip casuslar ise, balıklar hakkındaki bu konuşma aslında karşılıklı bir üstü kapalı meydan okuma olabilir.
Bunun gibi örnekler çoğaltılabilinir.
Diyalogda
anlam, konuşmanın yapıldığı ortama ve sözlerin arkasında yatan niyete öylesine
bağlıdır ki, örneğin "Seni seviyorum" cümlesi bile koşullara ve kime
söylendiğine bağlı olarak şu anlamlara gelebilir;
-Senin için endişeleniyorum
-Sana tapıyorum
-Kendine dikkat etmeni istiyorum
-Yalnızca benim olmanı istiyorum
-Kendini suçlu / sorumlu hissetmeni istiyorum
-Yalnız kalmak istiyorum
-Senden nefret ediyorum
-Senin için endişeleniyorum
-Sana tapıyorum
-Kendine dikkat etmeni istiyorum
-Yalnızca benim olmanı istiyorum
-Kendini suçlu / sorumlu hissetmeni istiyorum
-Yalnız kalmak istiyorum
-Senden nefret ediyorum
Bir de şunu unutmayın; Söylenmeyenler de en az söylenenler kadar önemlidir.
Diyalogda önemli olan ne söylediğiniz değil, neyi iletmek istediğiniz, yani ifade edilen anlamdır. Sözcükler, iletilenlerin tam karşılığı olmayabilir. Yüzeyde görünen sözcüklerin altında bir yan anlam bekleyebilir. Ya da asıl söylenmek istenen satır aralarında olabilir.
Örneğin; Çekingen aşık isek hoşlandığımız gence "Ne güzelsin" diyemeyiz, "Kazağın ne güzelmiş" diye gireriz lafa ama satır arasında ona olan sevgimiz vardır ya da "Seni görmek beni mutlu ediyor" demez, "Gökyüzü bugün ne güzel, değil mi?" deriz.
Diyalogda önemli olan ne söylediğiniz değil, neyi iletmek istediğiniz, yani ifade edilen anlamdır. Sözcükler, iletilenlerin tam karşılığı olmayabilir. Yüzeyde görünen sözcüklerin altında bir yan anlam bekleyebilir. Ya da asıl söylenmek istenen satır aralarında olabilir.
Örneğin; Çekingen aşık isek hoşlandığımız gence "Ne güzelsin" diyemeyiz, "Kazağın ne güzelmiş" diye gireriz lafa ama satır arasında ona olan sevgimiz vardır ya da "Seni görmek beni mutlu ediyor" demez, "Gökyüzü bugün ne güzel, değil mi?" deriz.
Elbette
son derece açık ifadeler kullanan karakterler her zaman çok daha etkileyicidir;
"Hiç fark ettin mi? Senin için ölüyorum." gibi söylenecek
sözlerin yerini ve zamanını iyi ayarlamak lazım; hem filmde, hem gerçek
hayatta.
Burada bizim için önemli olan şu; alt anlamı, hitap edilen karakter anlamasa bile, izleyici bunu mutlaka anlamalı. Yani "kazağın ne güzel" diyen kişinin aşık olduğunu, karşısındaki karakter anlamasa bile, izleyici anlamış olmalıdır. Dolayısıyla neyin nasıl anlaşılacağını sadece karakterler açısından değil, izleyiciler açısından da düşünmek zorundasınız.
Söylenen sözün, sözü söyleyen
karaktere has oluşu; Diyalogla karakterler arasındaki hassas ilişkiyi sürekli olarak göz önünde
tutmak zorundayız.
En başta diyalog, yazara değil, karaktere aitmiş gibi görünmeli.
Öte yandan karaktere aitmiş gibi görünen diyalog, karakterin belli anlardaki duygu ve heyecanlarına da uygun olmalı.
Karakterlere ait olma durumu, konuşmaları farklılaştırma zorunluluğunu da beraberinde getirir. Her karakterin kendine has konuşma üslubu ve ritmi, konuşma biçimi, sözcük seçme tarzı ve bütün bunlara eşlik eden sözsüz iletişim araçları olmalı.
En başta diyalog, yazara değil, karaktere aitmiş gibi görünmeli.
Öte yandan karaktere aitmiş gibi görünen diyalog, karakterin belli anlardaki duygu ve heyecanlarına da uygun olmalı.
Karakterlere ait olma durumu, konuşmaları farklılaştırma zorunluluğunu da beraberinde getirir. Her karakterin kendine has konuşma üslubu ve ritmi, konuşma biçimi, sözcük seçme tarzı ve bütün bunlara eşlik eden sözsüz iletişim araçları olmalı.
Bu konuda bir farklılaşma yaratıp yaratamadığınızı anlamak için, yazmış olduğunuz diyalogda yer alan karakterlerin yerlerini değiştirin. Eğer bu değiş - tokuş sonrasında bir rahatsızlık göze çarpmıyorsa, konuşma tarzları yeterince bireyselleşmemiş demektir. O kişilere ait olacak denli farklılaştırılamamışlardır demektir.
Bireyselleştirme için en iyi yollardan biri, karakterlere sevdikleri bir ifade
ve konuşma üslubu vermektir. Örneğin sıkça söyledikleri ve onları şıp diye
ayırt etmemizi sağlayan favori sözler olabilir bunlar.
-N'aber moruk? -İyilik moruk
-Hey moruk -Ne istiyorsun moruk?
-Tabi yaa... Tabi yaa... He yaa... Tabi yaa... Hakkatten yaaa... (Kemal Sunal'ın Şaban tiplemesi biraz böyledir.)
-(Silah çeker) Buna ne dersin? (yumruk atmak üzereyken) -Pekiyi buna ne dersin? (Cinayet kanıtını sunarken) -Buna ne dersin pekiyi?
-(İlginç bir ipucu bulur) Hay bin kunduz! (Biri ona ateş eder ve kendini son anda yere atar) -Hay bin kunduz!
-Bu arada, fazladan bir onluğun var mı? -Peki fazladan bir onluğun var mı? -Bana bir onluk versene... (Midnight Cowboy'daki Dustin Hoffman böyle bir tiptir.)
-Çok saçma... Ama bu çok saçma... Ne kadar saçma... Saçmalık
-(Senaryo yazarlığı ders notlarının 15. Sayfasındayken) Anlayamıyorum... (25. Sayfasındayken) gerçekten anlayamıyorum... (35.sayfasındayken) bir türlü anlayamamıyorum... (Sınavdan önce bir arkadaşıyla kantinde çay içerken) Sen bir şey anlayabiliyor musun?
-(Kantinde çay içerken karşısında oturan arkadaşına seslenerek) Boşver birader... Dert etme birader... Çaresi bulunur birader.
-(Yumruk yer) Eyvallah... (Biri cebine 10.000 dolar koyar) Eyvallah... (Ölürken) Eyvallah...
-Hmmm, enteresan... Enteresan bir durum... Ne kadar enteresan... Beni enterese etmez...
-Ama bakalım öyle mi? Hakkaten öyle mi? Ama acaba öyle mi? Öyle mi dersin?
Bu favori sözlerin karakterlere uygun olması gerekir.
-Tabi yaa... Tabi yaa... He yaa... Tabi yaa... Hakkatten yaaa... (Kemal Sunal'ın Şaban tiplemesi biraz böyledir.)
-(Silah çeker) Buna ne dersin? (yumruk atmak üzereyken) -Pekiyi buna ne dersin? (Cinayet kanıtını sunarken) -Buna ne dersin pekiyi?
-(İlginç bir ipucu bulur) Hay bin kunduz! (Biri ona ateş eder ve kendini son anda yere atar) -Hay bin kunduz!
-Bu arada, fazladan bir onluğun var mı? -Peki fazladan bir onluğun var mı? -Bana bir onluk versene... (Midnight Cowboy'daki Dustin Hoffman böyle bir tiptir.)
-Çok saçma... Ama bu çok saçma... Ne kadar saçma... Saçmalık
-(Senaryo yazarlığı ders notlarının 15. Sayfasındayken) Anlayamıyorum... (25. Sayfasındayken) gerçekten anlayamıyorum... (35.sayfasındayken) bir türlü anlayamamıyorum... (Sınavdan önce bir arkadaşıyla kantinde çay içerken) Sen bir şey anlayabiliyor musun?
-(Kantinde çay içerken karşısında oturan arkadaşına seslenerek) Boşver birader... Dert etme birader... Çaresi bulunur birader.
-(Yumruk yer) Eyvallah... (Biri cebine 10.000 dolar koyar) Eyvallah... (Ölürken) Eyvallah...
-Hmmm, enteresan... Enteresan bir durum... Ne kadar enteresan... Beni enterese etmez...
-Ama bakalım öyle mi? Hakkaten öyle mi? Ama acaba öyle mi? Öyle mi dersin?
Bu favori sözlerin karakterlere uygun olması gerekir.
Örneğin Sherlock
Holmes'ın favori sözü ne olabilir? "Hey, Ahbap! Nasıl gidiyor
ahbap?" mı, yoksa "Hmmm, enteresan... Enteresan bir durum..."
mu?
Karakterlerin hep aynı cümle ya da sözcükleri tekrarlamaları şart değil. Asıl
önemli olan, tepkilerinin tarzında sürekli tekrarlanan bir şeyin olması.
Örneğin, Cehennem Silahı'ndaki çatlak polis Mel Gibson, ona ne söylenirse
söylensin ve ister güçlü, ister zayıf konumda olsun, espirilerle konuşur. 2
metrelik bir adam onu duvara yapıştırmış ve boğazını sıkmaktadır. Öyle ki,
Gibson kıpırdayamaz, hatta nefes bile alamaz. Adam ona sorar; "Kimsin
sen?" Gibson yanıtlar; (sesi boğuk ve kısık çıkar) "Ben senin en
kötü kâbusunum". Daha sonra bir soyguncuyu yakalar. Yakalama edimi biraz
şiddetli gerçekleştiğinden soyguncu bayılmıştır. Baygın soyguncunun yanına
gelen Mel Gibson onu başından tutup yüzüne bakar. Baygın olduğunu anlayınca onu
arabanın karbüratörüne kelepçeleyip "Tutuklusun, konuşmama hakkına
sahipsin" der.
Başka bir sahnede FBI ajanı olan sevgilisiyle birlikte
şüpheli gözüken bir tamirhane basar. Tek kişi vardır ve Gibson onu sorguya
çeker. Birden dört beş kişi daha gelir. Bunların sopa ve zincirleri vardır. FBI
ajanı kadın, karate yaparak adamları yere sererken, Mel Gibson, kadını hayran
hayran izledikten sonra şaşkın şaşkın bakan tamirciye dönüp kadını işaret
ederek şöyle der "Bu benim kadınım..." Buna karşın Gibson'ın ortağı
olan zenci dedektif Danny Glover'ın neredeyse her sözü ya yalvarma ya ahlak
dersi verme ya da yakınma ile ilgilidir. Çünkü sürekli olarak ele avuca
sığmayan ve kafasına eseni yapan Gibson'ı denetlemeye çalışmakta ya da bir an
için denetleyemediyse onunla birlikte berbat durumlara sürüklenmektedir.
Böylece çok farklı durumlara ilişkin çok farklı konuşmalar yapsa bile aklıselim olmaya çalışan, ama son kertede de ortağını yalnız bırakamayan, hem
ona hem de kendine kızan aile babası polis karakteri belirginlik kazanır.
Glover'ın başı Gibson yüzünden derde gidiğinde favori sözlü tepkileri
şunlardır; "Yooo, yooo, Hayır, Olamaz!"; "Olmaz, Yapamayız, Anlamıyor musun? Yapamayız diyorum sana!"; " Hey hey,
dur bir dakika, Bir dakika! O benim arabam, Anlaşıldı mı?"...
"Seni Pislik, Adi, Aşağılık herif! Geberteceğim seni..."
Öte yandan sesin tonu ve niteliği öylesine önemlidir ki insan olmayan
karakterlerin ses tonunu ve konuşma üslubunu belirlemek bile önemlidir. 2001'deki bilgisayar HAL ile, Star Wars'daki C-3PO ve R2-D2'yu bir
düşünün. HAL, karizmatik; C-3PO telaşlı ve sakar; sadece cızırtı ve ötüşlerini
duyduğumuz R2-D2 ise tam anlamıyla bir fırlamadır.
Diyalogların Uygunluğu ve Yerindeliği;
Diyaloglar, duygu ve ortamlara uygun olmalı. Örneğin duygusal bir gerilim anında, daha az tutarlı ve daha kısa konuşmaya eğilimliyiz. Ya da az önce bayıldıysak ayıldığımızda "Ne oldu?" sorusuna şunun gibi; "Almış olduğum sakarinli kahve, kan şekerimin seviyesini tutundurmakta yetersiz kalınca, doğal olarak bayıldım. Bu en zayıf anımda yanımda olan dostlarıma derin şükranlarımı sunar, herkesin işinin başına dönmesini rica ederim." Uzun uzun yanıt vermeyiz. “Önemli değil” anlamında bir baş ya da el hareketi ya da kısaca “Bir şeyim yok, teşekkürler...” gibi bir cümle ile anlatırız.
Diyaloglar tutarlı ve az miktarda olmalı. Uzun ve duygusal bir diyalog
kullanacaksak, böylesi bir konuşmanın anlatısal zeminini ve atmosferini
önceden hazırlamış olmamız gerekir. Yoksa çok ağdalı ve sıkıcı olur.
Diyalog
Yazmak İçin Yararlanılabilecek Kaynak ve Malzemeler;İyi diyalog yazmak için, insanları dinlemesini öğrenmeliyiz.
-İnsanlar hangi durumlarda neler söylerler?
-Neyi nasıl söylerler?
-Söyledikleri ne, bununla demek istedikleri ne?
-Jestler mimikler nelerdir ve söylenenlerle nasıl birleşir?
-İnsanlar söz kullanmadan nasıl "konuşurlar"?
-Neyi nasıl söylerler?
-Söyledikleri ne, bununla demek istedikleri ne?
-Jestler mimikler nelerdir ve söylenenlerle nasıl birleşir?
-İnsanlar söz kullanmadan nasıl "konuşurlar"?
Öte yandan karakterimizi dinlemeyi de öğrenmeliyiz.
-Karakterimiz az önce ne demiş?
-Bundan sonra
ne demesi gerekir?
Bu onları daha da
iyi yönde geliştirebilmek ve tutarsızlıklarını gidermek için vazgeçilmezdir.
Son Repliklerin Yeri ve Önemi;
Sahnelerin sonunda söylenen son replikler çok önemli olabilir. Bunlar genellikle bizi bir sonraki sahneye taşıyan ve dramatik etki yaratmayı amaçlayan çarpıcı sözlerdir. Genellikle olay örgüsünde bir değişikliği, yeni bir boyutu haber verirler.
Örneğin bir televizyon dizisinde ilk reklam kuşağı
araya girmeden önce, karakterlerimizin birinden genellikle şuna benzer bir
replik duyarız;
-"Çünkü bu bir kaza değil, bir cinayettir baylar"
(4 dakikalık Reklam girer.)
Merakta kalırız değil mi? Biz kuzu ailesinin kaza geçirdiğini sanıyorduk cinayet mi
yoksa? Reklamlarda başka kanala geçsek bile daha 2 dakika geçmeden kanalımıza döner nasıl kaza olmadığını, cinayet olduğunu neden daha önce anlayamadığımızı izlemeye koyuluruz...
Öte yandan son replikler, anlamsal bir bağ ima ederek iki sahne arasında etkili, komik ya da yumuşak bir geçiş sağlarlar.
Son repliklerin diğer bir işlevi ise sahnenin, hatta filmin anlam ve önemini belirtmek, temel konusunu ya da sorununu özetlemek olabilir.
Billy
August'un bir Bergman uyarlamasında, çok önceleri başlayan bir geçimsizliğin
doruk noktasında erkeğin kadına tokat atmasıyla birlikte ayrılan bir çift, uzun
bir aradan sonra bir sonbahar ikindisinin güneşinde parkta bir araya gelir.
Birbirlerini özlediklerini itiraf ederler, ne var ki olanları unutmak zordur ve
taşınan kaygılar duyulan özlemi gölgelemektedir. Özlemlerini dile getirirler,
ancak birbirlerine sarılmaya / dokunmaya cesaret edemezler. Ortak geçmişin yükü
ve yaşanmışlıklar olağanca ağırlığıyla hissedilmektedir. Yaşadıklarını yorumlamaya
ve açıklamaya yönelik kısa bir çabadan sonra sessizlik hakim olur. Yeniden
birleşmeye karar vermiş gibidirler. Bu uzun sessizliğin sonrasında erkek
karakter sorar;
"Birbirimizi
affedebilecek miyiz?"
Kadın
soruyu yanıtlamaz (ve son replik de budur aslında). Sahne, yan
yana duran iki bankta sessizce oturan ve yere bakan çifti bir süre için
gösterdikten sonra, kararmayla sona erer. Sahne ve film biter.
Anlatıcı Sesi;
Anlatıcı sesinin de önemli işlevler görebileceğini unutmayalım.
Anlatıcı
sesi
-Öyküyü oluşturmak
-Açıklamalar yapmak
-Temayı belirginleştirmek ya da tez öne sürmek
-Problemi sunmak
gibi işlevler görebilir.
-Öyküyü oluşturmak
-Açıklamalar yapmak
-Temayı belirginleştirmek ya da tez öne sürmek
-Problemi sunmak
gibi işlevler görebilir.
Doğal Ses ve Efektler;
Ses, çok ihmal edilen bir unsurdur. Oysa çok önemli işlevleri yerine getirebilir;
-Fon oluşturmak
-Mekan tanıtmak
-Atmosfer yaratmak
vs.
-Mekan tanıtmak
-Atmosfer yaratmak
vs.
Örneğin geceleyin gösterilen bir çiftlik evi düşünün; fonda cırcır böceği sesi duyulmasıyla baykuş sesi duyulması arasında önemli bir fark vardır.
Nedir bu fark? diye sorulduğunda çoğu “Biri
bizi romantik, diğeri ise gerilimli bir sahneye hazırlar." der. Birinde
güzel kadının odasına aşk ustası Kazanova süzülür, diğerinde
ise muhtemelen ölüm(süzlük) ustası Dracula. Yine sesin düzeyi (volume) dramatik etkiyi arttırabilir. Bazı sahnelerde doruk
noktaya yaklaştıkça ses ve gürültülerin şiddeti de giderek artar.
Örneğin Kwai
Köprüsü filminin sonunda, tam
üzerinden tren geçtiğinde köprünün havaya uçurulup uçurulmayacağı sorunu ele
alınmaktadır. Ne var ki, alınması gereken bu karar çerçevesinde bir tartışma
çıkmaktadır. Tartışma alevlendikçe yaklaşan trenin sesi şiddetlenir. Artan
gürültünün doruk noktası, tartışmanın beklenmedik biçimde noktalandığı ve
şiddetli patlamanın gerçekleştiği andır. Sesin sürekli şiddetlenmesi, sahnenin
dramatik ilerleyişine de (tartışma nasıl sonuçlanacak?) katkıda bulunmuştur.
Öte
yandan sahnenin iç yapısı (başlangıç - gelişme - son) desteklenmiştir.
Nesnelerin
ya da kişilerin uzaklaşıp yaklaştıklarını sesten anlayabiliriz. Bu
çerçevede ses, örneğin bir tehdidin yaklaşıp uzaklaştığını haber verebilir. Toplama
kampından kaçan Yahudi tutsaklar düşünün. Kaçış sırasında bir nöbetçiyi
atlatmak zorundalar. Kamera öznel bakışla bir kez koridora
"bakınır", nöbetçiyi görür ve geri çekilir. Sonra da nöbetçi bir daha
gösterilmez. Sadece bekleşenlerin tedirgin yüz ifadesi ve nöbetçinin
postal sesleri vardır. Koridordan geçmek için en uygun anı kollamaya başlarlar.
Postal seslerini dinleyerek bu anı belirlemeye çalışırlar. Ses giderek
yaklaşır. Yakalanma korkusu basar fakat sonra ses uzaklaşır. Bu, bir iki kez
tekrarlanır, bu arada tutsaklardan biri hapşırır (bir önceki sahnede kötü koşullar nedeniyle gribe yakalandığını
göstererek hazırlık yapmışızdır bu duruma) vs, gergin anlar yaşanır. Olaylar atlatılır ve sonunda postal sesi kesilir. Nöbetçi gitmiştir.
(Biraz beklerler, hiç bir ses yoktur. Ancak koridora fırlayınca ne
görsünler; Komutanların gittiğinden emin olan gece nöbetçisi ayaklarını sıkan
postalları çıkarmıştır ve sırtı kaçaklara dönük olarak, beş adım ötede, bacaklarını
bir sandalyeye uzatmıştır vs.)
Sesin temposu, hızı ve ritmi de önemlidir, özellikle de amaç heyecan yaratmaksa.
Örneğe dönecek olursak, ağır ağır ilerleyen postal sesini duyarız - grip olan tutsak hapşırır - postal sesi bir an için kesilir - sessizlik - hızla yaklaşan postal sesleri....
Başka
bir örnek; kovalama sahnelerinde ayak sesleri, korna sesleri, kapı ve tel örgü şıngırtıları, nefes alıp verme sesleri vs. birbirine karışır, iç içe geçer ve
mevcut gerilimi destekler.
Görüntü dışından gelen sesler görüntünün alanını genişletir ve görmediğimiz
olayları tanımlar, onları anlamamıza yardımcı olur.
Örneğin
haydut bir kızı odaya götürür ve kapıyı suratımıza kapatır. Sonra bir çığlık
sesi duyarız (kapının üzerine düşen çığlık sesi).
Geleceğe
Dönüş 2'de
ise kahramanların, geleceğe geri dönmek için zaman makinelerini çalışır
vaziyete getirmeleri gerekir itme gücünden yararlanacakları tren,
kasabaya varmadan önce. Bu, geleceğe dönüş için son fırsatlarıdır aynı zamanda.
Ne var ki hazırlık sırasında beklenmedik olaylar ve aksamalar olur. Bu
sorunları gidermeye çalışırken
birden tren gelir. Bu bize gösterilmez, trenin uzaktan duyulan sinyal
sesiyle verilir. Zamana karşı yarış bir anda hızlanmış, varolan engellerin
yarattığı gerginlik kat kat artmıştır.
Müzik
ve İşlevleri;Müzik de sahnenin amacını ve
duygusal yönünü, yoğunluğunu pekiştirmeye yarayabilir. Müzik, sahneleri yumuşatabileceği gibi, doruğa da sürükleyebilir. Öte yandan bir uyarıcı görevi yaparak, bizleri bazı durumlara hazırlayıp, havaya
sokabilir.
Örneğin ciddi bir iş adamı olan karakterimiz kızını takip etmek için yola çıkar ve hippilerden giysi ve motosiklet 'ödünç' alır. Arabasına bindiğinde yeni kılığına tıpa tıp uyan bir blues rock parçası çalmaya başlar.
Bazen müzik bir karakterle özdeşleştirilir. Yani o müziği duyduğumuzda, o karakterin de orada olduğunu anlarız .
Örneğin İyi, Kötü
ve Çirkin filminde, ne zaman mızıka
sesi duysak, filmin kahramanının da yakınlarda olduğunu anlarız.
Kimi durumlardaysa müzik karakterle özdeşleştirilmese de, karakterin ruhsal durumuyla özdeşleşmemizi ya da onu kavramamızı sağlar. Müziğin birden durması ya da birden başlaması, dramatik dönüm noktalarını vurgulamaya, belli anları ya da durumları öne çıkarmaya yarayabilir. Aniden kesilen müzik bizde bir beklenti yaratır.
Örneğin bir filimde, Ünlü bir politikacı bir klasik müzik dinletisi sırasında öldürülecektir. Suikastçı, ateş edildiğinin anlaşılmaması için tam büyük davul çalındığında ateş edecektir. Olayın gerçekleştirileceğini öğrenen gizli servis, gelen konuklara olayı çaktırmadan opera binasında suikastçıyı aramaya koyulur. Yüzlerce konuk içerisinden hangisi suikastçıdır ve nereden ateş edecektir? Klasik müzikteki iniş çıkışlar ve parçanın atmosferi bu arama telaşını çok iyi yansıtmaktadır. Sonra parçanın finaline geliriz, müziğin şiddeti ve gerilimi artar, kenarda o ana kadar beklemiş olan davulcu, yapacağı vuruş için hazırlık yapmaya başlar. Notalar bir bir geride bırakılır; parçanın finaline doğru iyice gaza gelen orkestra şefi horoz gibi kabarır ve adeta kendinden geçerek ellerini kollarını sağa sola savurur. Birazdan davulcu davula darbesini indirecektir. Bu arada suikastçı atış pozisyonunu alır. Kahramanımız onu fark edip, suikastçının bulunduğu balkona doğru koşmaya başlar ve bu arada müzik çıldırtıcı biçimde doruk noktaya (hem sahnenin, hem filmin, hem de müziğin doruk noktasına) doğru ilerler. Vurmak üzere olan davulcunun havada tuttuğu davul tokmağı, tetiği çekmek üzere gerilen parmak, koşan bir ajan... Sonra ne mi olur? Tahmin ediyorsunuz sanırım, müziğin belli bir anı bizzat doruk nokta haline getirilmiştir. Sahne son derece ustaca tasarlanmıştır ve bunda müzik baş rolü oynar. Çünkü müzik, gerilimi destekleyen bir unsurdan öte, çatışmayı zamana kilitlemenin bir aracı olarak kullanılmıştır.
Kimi durumlardaysa müzik karakterle özdeşleştirilmese de, karakterin ruhsal durumuyla özdeşleşmemizi ya da onu kavramamızı sağlar. Müziğin birden durması ya da birden başlaması, dramatik dönüm noktalarını vurgulamaya, belli anları ya da durumları öne çıkarmaya yarayabilir. Aniden kesilen müzik bizde bir beklenti yaratır.
Örneğin bir filimde, Ünlü bir politikacı bir klasik müzik dinletisi sırasında öldürülecektir. Suikastçı, ateş edildiğinin anlaşılmaması için tam büyük davul çalındığında ateş edecektir. Olayın gerçekleştirileceğini öğrenen gizli servis, gelen konuklara olayı çaktırmadan opera binasında suikastçıyı aramaya koyulur. Yüzlerce konuk içerisinden hangisi suikastçıdır ve nereden ateş edecektir? Klasik müzikteki iniş çıkışlar ve parçanın atmosferi bu arama telaşını çok iyi yansıtmaktadır. Sonra parçanın finaline geliriz, müziğin şiddeti ve gerilimi artar, kenarda o ana kadar beklemiş olan davulcu, yapacağı vuruş için hazırlık yapmaya başlar. Notalar bir bir geride bırakılır; parçanın finaline doğru iyice gaza gelen orkestra şefi horoz gibi kabarır ve adeta kendinden geçerek ellerini kollarını sağa sola savurur. Birazdan davulcu davula darbesini indirecektir. Bu arada suikastçı atış pozisyonunu alır. Kahramanımız onu fark edip, suikastçının bulunduğu balkona doğru koşmaya başlar ve bu arada müzik çıldırtıcı biçimde doruk noktaya (hem sahnenin, hem filmin, hem de müziğin doruk noktasına) doğru ilerler. Vurmak üzere olan davulcunun havada tuttuğu davul tokmağı, tetiği çekmek üzere gerilen parmak, koşan bir ajan... Sonra ne mi olur? Tahmin ediyorsunuz sanırım, müziğin belli bir anı bizzat doruk nokta haline getirilmiştir. Sahne son derece ustaca tasarlanmıştır ve bunda müzik baş rolü oynar. Çünkü müzik, gerilimi destekleyen bir unsurdan öte, çatışmayı zamana kilitlemenin bir aracı olarak kullanılmıştır.
Yazar Hakkında: MSA'nde katıldığı Film ve Senaryo eğitiminden, "Tülay Güneş"
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder