14 Ocak 2015 Çarşamba

Anlatsak Roman Olur Derler Ya Hani, İşte O Biçim Yani...

Konumuzu nasıl seçeceğimize gelmeden önce diyelim ki konumuz hazır, yani kafamızda illaki bir şeyler var ama nasıl yazacağız?

“Ayşegül Cem’i seviyordu ama bir türlü evlenemiyorlardı...” diye başlasak...
Ben de  hiç  heyecan uyandırmadı bu cümle... Yapımcıya böyle bir cümle ile başlayan bir proje götürdüğünüzde ikinci satırı bile okumaz. Çünkü onun da kafasında bir film canlandıramadık... “Müslüman olan Ayşegül Cem Mişel’in Yahudi olmasını sorun etmiyordu ama sevdiği erkeğin yaşlı teyzesi bu evliliğe asla müsaade etmeyecekti." diye yazdığımızda bir merak unsuru belirdi beynimizde değil mi?
O halde GENEL SİNOPSİS, yani genel öykü yazmanın kurallarını bilmemiz ve bu kurallara  göre yazmamız gerekir...   

O halde yazmak için kolları sıvayalım...
Öncelikle sinema film öykümüzü yazarken bir anlatım biçimimiz olmalı...

1)Açıklayıcı Anlatım
2)Öyküleyici Anlatım (Hikaye Etme)
3)Betimleyici Anlatım (Tasvir Etme)
4)Tartışmacı Anlatım

Biz bu anlatımlardan "Öyküleyici Anlatımı" esas alacağız.

ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM; 
Bu anlatımda amaç; CANLANDIRMA: olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmak, anlatmak istenileni bir olay içerisinde vermektir. Öyküleme, tasarlanan ya da yaşanan bir olayın anlatımıdır. Roman, hikaye ve masalların anlatımı öyküleyici anlatım biçimindedir.
“Genç adam sigarasını içmek için kahveye girdi” cümlesini öykü içinde nasıl anlatırız?
“Ağır adımlarla kahveye girdi genç adam. Olanları düşündü bir süre. Otursam mı oturmasam mı diye bir tereddüt geçirdi. Sonra oturdu bir köşeye isteksiz. Babadan kalma tütün tabakasını çıkardı, kalınca bir sigara sardı. Öyle dalmıştı ki masasına konan çay bardağının sesi bile dikkatini çekmemişti.”

Öyküleme
Öyküleme olaya bağlı bir anlatım biçimidir. Bu anlatım tekniğinde olay bir akış içerisinde anlatılır.

Olay, belli bir yerde ve zaman diliminde kişi ya da kişi­lerin yaptıklarıdır. Kısaca "Varlıkların hareket halinde anlatılmasına olay denir." biçiminde bir tanım da geliştirilebilir. Öyküleyici anlatım tekniğinde "olay" denilince olağanüstü bir olay olması gerekmez. Olay için gerekli olan öğeler vardır; bunlar yer, zaman, kişi ya da kişilerdir.

Bir parçada öyküleyici anlatımdan söz edilebilmesi için olayların akışından oluşan olay halkası olması gerekir. Olaylar birbirine bağlantılı olarak, birbirini izler biçimde bir dizi halinde anlatılır.

"Bahçe kapısının önünde iki adam kavga eder gibi konuşuyorlardı." şeklindeki bir cümle öyküleme tarzı için yeterli değildir.

"Uzun boylu olanı sağ elini havaya kaldırarak bağır­maya başladı. Karşısındaki adam, kendisinden hiç beklenmeyecek bir çeviklikle bağıran adamı itip yere düşürdü." cümleleri ile paragraf sürdürülürse öykü­leme tekniğinden söz edilebilir.

Öyküleme için anahtar kavram "kamera"dır. Birbirine bağlı, birbirini izleyen eylemler ancak kamera ile sap­tanabilir. Kısacası öyküleme tekniğinde eylemlerin devam etmesi, sürmesi (olay halkası) söz konusudur.

Sabahleyin erkenden hazırlanıp evden çıktı. Ağır ağır yürüyerek otobüs durağına geldi. Durağın çok kalabalık olduğunu görünce biraz durup ne ya­pacağını düşündü. Aniden geriye dönüp istasyona doğru yürümeye başladı. Sanki altmış yaşında değil de on sekiz yaşında bir delikanlı gibi hızlı adımlarla yürüyordu şimdi.

Bu kısa parçada birbirine bağlı eylem dizisi vardır. Burada anlatılanları tek fotoğraf karesine alıp anlatmak mümkün değildir.

"Camın dış tarafında uzun boylu, esmer yüzlü tığ gibi bir delikanlı belirdi. Gölge gibi kaydı, gözlerini çevirip Şeref Bey'in olduğu tarafa şöyle bir baktı. Sonra iki adım ötedeki kapıdan kahveye girdi. Orada biraz durakladı. Gözleri avukatın üzerinde idi. Büyülenmiş gibi ona doğru yürüdü. Muamele memurunun arkasında durdu. Onu camın öte tarafından baktığı andan beri gözleriyle takip eden avukat çoktan ayakta idi. Fakat yüzüne doğru kaldırmaya hazırlandığı dirseğini kullanmaya vakit kalmadan o sakin delikanlı, kendisinden hiç beklenmeyen bir atiklikle muamele memurunu kenara itti ve Şeref Bey'in suratına "şırak" diye bir tokat indirdi. Sonra geriye döndü, hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıktı."

Parçadaki olay oldukça yalın; Bir genç birine bir tokat patlatıyor. Tokat atma, eylemlerin son halkasını oluş­turuyor. Gencin tokat atmadan önce yaptıkları adım adım anlatılıyor ve daha sonra bitiş sahnesi yer alıyor.

ÖRNEK SORU:
Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir genç, çadırın önünde yan yatırılmış el arabasının üstüne oturmuş saz çalıyordu. Fenerin aydınlattığı alnı, ter damlalarıyla kaplıydı. Sazının sapı, şaşırtıcı bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında bir canlı gibi titri­yordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyordu. Gencin eli, sazın gövde­sine yaklaştıkça insan, saz ile el arasında gizli fakat çok anlamlı bir konuşma olduğunu sanıyordu.

Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi ağır basmaktadır?

A) Betimleme  B) Tartışma  C) Açıklama

D) Öyküleme  E) Karşılaştırma (1995/ÖYS)

ÇÖZÜM:
Betimleme ile öykülemenin farkının en iyi ortaya kon­duğu bir soru karşısındayız. Parçanın daha ilk cümlesi bir olay anlatımı ile başlıyor. Ancak paragrafın sonraki cümlelerinde bu olayı sürdüren başka bir olay yok. Yani öyküleme için gerekli olan bir olay akışı ya da olay halkası yer almıyor. Bir genç saz çalıyor. İlk cüm­leden sonraki cümlelerden gencin saz çalışı ve saz çalan genç adam ayrıntılı biçimde betimleniyor. "Elinin hareketleri, alnının ter damlalarıyla kaplı olması" betimlemeye ilişkin ayrıntılardır. Bu parçanın anla­tımında betimleme tekniği ağır basmaktadır.
(Cevap A) Betimleme)

Öyküleme, üç temel ögeden oluşur. 
Bunlar; Olay, Kişiler, Yer ve Zamandır.

Bu ögeler aşağıdaki bölümlerde geçer;

a) Serim (Giriş): Anlatılacak olayın ortaya konulduğu bölümdür. Yazar, okuyucuya, neyi anlatacağını bu bölümde sezdirir. Gerekirse, öyküyü yönlendirecek ögelerden kimileri (kişilerin tanıtılması, olay zamanının belirtilmesi vb.) de bu bölümde sergilenebilinir. Düğüm ve giderek çözüm, bu bölüm üzerine kurulur. Düğüm bölümüne göre kısa olur.

b) Düğüm (Gelişme): Bu bölümde, serimde ortaya konan olay açılır, geliştirilir. Olayın gelişmesine koşut olarak okuyucunun merakı da artar, yoğunlaşır. Okuyucu, sonucun ne olacağı üzerinde düşünmeye başlar. İşte, okuyucuyu meraklandıran, belli bir gerilime ulaştıran bu bölüme düğüm diyoruz. Düğüm, öykünün en geniş bölümüdür.

c) Çözüm (Sonuç): Düğüm bölümündeki merakı, gerilimin ortadan kalktığı, olayın sona erdiği bölümdür. Çözümde, serim gibi kısa olur.                                             

Şimdi anlatım biçimimizin öyküleyici  anlatım olduğunu (yani canlandırma ve kamerayı  esas alarak yazacağımızı) öğrendik  peki  öyküleme anlatımın teknikleri  nelerdir?

ANLATIM TEKNİKLERİ
Öykümüzün izleyici tarafından benimsenmesi için, onu iyi öykülemek / anlatmak zorundayız. Öykülemenin ise bazı teknikleri vardır.

Hazırlık / Hazırlama Tekniği
Bir filmi iyi kılan unsurlardan bir tanesi de filmin bizi meydana gelen olaylara hazırlamasıdır. Buna "İPUCU" teknikleri diyebiliriz. Adı üzerinde, hazırlık dediğimiz şey olmasaydı, filmde olup bitenin sadece gerilimi arttırmak için konulduğundan şikayet ederdik. Yani öykünün aslında insan elinden çıkma olduğunu anlardık.
Örneğin; Katilin saldırısından kaçan kahramanın arabası, tam da katili ekeceği bir sırada arızalanır. Film içerisinde değişik benzincilerde mola veren sürücümüze, arabanın radyatöründe bir sorun olduğu ve yakında yolda kalabileceği bir kaç kez hatırlatılmamış olsaydı, şöyle derdik; 
"Çok saçma!". Oysa hissettirilmeyen bu hazırlık sonrasında beklenen arızalanma gerçekleşince, öykü yazarını sahte bir gerilim yaratmakla suçlamak yerine, radyatörü ihmal eden kahramanı suçlarız. Öte yandan da onun için endişeleniriz. Basit bir hazırlık arızalanmayı kabul edilir kılmış, kahramanla özdeşleşmemizi güçlendirmiştir.

Öykümüzün doruk noktasında, Polis olan kahraman kendisini öldürmek isteyen seri katil ile karşılaşır. Ancak polis tüfeğiyle nişan aldığı sırada ve ateş etmek üzereyken onu bir titreme kaplar. Kahramanımızın seri katili vuramayabileceği ihtimali belirir. Eğer bu titreme durumu hazırlanmamış olsaydı şöyle deyip gülerdik herhalde; "Çok saçma! Adamın titreyeceği tuttu, iyi mi". Oysa öykünün başlarında bu duruma hazırlanmıştık. Polis bir geyiği vuracağı sırada heyecanlanır, titremeye başlar ve ıskalar. O yüzden de izleyici doruk noktada titreme olayı gerçekleştiğinde 'Çok saçma' demek yerine, 'Aman Allah'ım, titreme ve kendine gel, vur şu seri katili” demektedir. Titremesini doğal kabul ettiğimiz gibi, olayı bu haliyle kabullenişimiz, doruk noktayı gerçek anlamda bir doruk nokta yapar.

Hazırlık yapmada önemli bir nokta var. Bazen seyirci bir olaya hazırlandığını sezebilir. Yani filmin başlarında gördüğü bir olayın bir kaç adım ötesini görebilir. Dolayısıyla hazırlık yaptığınızı da çok çaktırmamanız gerekiyor. Ya da şöyle diyelim, önceden sezdirme, sizin inisiyatifinizde olmalı. İzleyicinin sezmesine siz izin vermiş olun. Yani izleyici kendini çok zeki zannettiğinde, buna aslında siz izin vermiş olun. 
Bir özlü sözde dendiği gibi; "Kendini zeki zanneden her izleyicinin arkasında, daha zeki bir senarist vardır". İzleyici, "olaylar tam düşündüğüm gibi çıktı" diye kendiyle övünürken, onun arkasında oturan siz sayın senaristler de şöyle diyeceksiniz; "Hayır, aslında siz, sayın izleyiciler, tam düşündüğüm gibi çıktınız".
Hazırlık yapma tekniğinin kullanımıyla, senarist, olayları mümkün olandan muhtemele, hatta muhtemel olandan kaçınılmaz olana doğru sıralar. Bu teknik bizi belli aksiyonlara, olaylara ya da özel bir nesnenin ya da kişinin kullanımına hazırlar. Bunların kullanımı daha sonra gerçekleştiğinde rastlantı olarak görülmezler. İlgisiz görünen olaylar bile bizi bilinçli olarak sonraki gelişmelere hazırlamış olur. Hazırlık olmasa, olay gerçekleştiğinde "Bu da nereden çıktı?" derdik ve ilgimiz dağılırdı.

İki tür hazırlıktan söz edilebilir;
1- Önceden Sezdirme Tekniği
2- Tohum Atma Tekniği

Önceden Sezdirme Tekniği;
Bu öykü akışında önceden sezdirme örneğin karakterimizin bir bakışı, aşk ya da cinayeti sezdirebilir. Sinematek de şöyle bir örnek vermişlerdi;
Dressed to Kill filminde, kadın asansörde öldürülmeden önce, başına bir şeyin geleceği ve onu birinin takip ettiği bir kaç kez sezdirilir. Binaya girerken tanıdık birisini görür gibi olur, çıkarken de ona önce bir kız tuhaf tuhaf bakar, sonra kırmızı ışıklar gösterilir, sonra asansör kapısına yönelen ve onu izleyen bir şahsın var olduğu kanısı uyandırılır vs. Bir de gıcık bir müzik vardır. Bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünürüz…

Tohum Atma Tekniği;
Bu yöntemle daha sonra etkinleştirilecek bir nesne, kişi ya da bilgi bize önceden tanıtılır. Beşinci Sahnede bir araba kullanmak istiyorsanız, onu ikinci sahnede bir şekilde gösterin".
Örnek; Thelma ve Louise'in 1. sahnesinde bize bir tabanca gösterilir, 3. sahnede ise kullanılır. Bu yapılmasaydı, "silahı nereden buldu?" diye soracaktık.
Örnek; Dressed to Kill'in ilk sahnesinde traş olan adamın elinde ustura vardır. 3. sahnede bu adamın karısı öldürülürken de bir ustura kullanılır.
Bunlar dışında bir kaç örnek daha verilebilir; 
Kuşlar / The Birds filminde kahraman ve yakınları evlerindeyken bacadan giren bir serçe sürüsünün saldırısına uğrarlar. Olayı atlattıktan sonra, kahramanın annesi, evdeki bütün tabakların kırılmış olduğunu fark eder. Ertesi gün komşusuna uğradığında kapının açık olduğunu fark eder. Evin içlerine doğru ilerlediğinde yerde tabak kırıkları görür... Sizce ne olmuş acaba? Komşu sirtaki mi yapmış?

Bu Hazırlık, sonraki gelişmeleri inanılır kılan tohumları atan ya da olayları önceden sezdiren bir tekniktir. Atılan tohum rastlantısal görünebilir, ancak bizi sonraki bir aşamaya hazırlar.
Şunu unutmayalım; Filmlerdeki sürprizler, filmin olasılıklar dokusu zedelenmedikçe heyecanlı olabilir. Gerçekleşen olay beklediğimizden farklı yönde gerçekleşse de, inanılması güç olmamalıdır. Yani filmin dünyası içerisinde mantıklı ve olanaklı görünmelidir. 
Bir örnek; 28. Yüzyılda geçen bir filmdeki olayların tümü aslında gerçek dışıdır. Yani ışın kılıçları, uzay gemileri, tuhaf yaratıklar ve gezegenler... Ama bu filmsel dünyayı izleyici yine de kabul eder. Ne var ki, olaylar, kimsenin ne olacağını bilemeyeceği 28. Yüzyılda geçiyor diye, senarist olarak kafamıza göre takılamayız. 
Tıpkı Düello'daki araba gibi, 28. Yüzyıldaki bir uzay gemisi arızalanacaksa bunu da hazırlamak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde aslında tümüyle saçma / hayal ürünü olan bir bilim kurgu dünyasını gerçek olarak kabul etmiş olan izleyici, o sahne için şöyle diyecek; "Çok saçma! Uzay gemisinin bozulacağı tuttu, iyi mi?"
İzleyicinin anlatı ile ilişkisi işte böyle bir şey! Adama hayal bile edemeyeceği dünyaları verirsiniz, o ise "bunun ozon tabakası delik, şununla değiştirmek istiyorum" der.


















Yazar Hakkında: MSA'nde katıldığı Film ve Senaryo eğitiminden, "Tülay Güneş"

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder